TÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA YÖREMİZ
Cevat Yıldırım / Ege Hakimiyet Gazetesi
TÜRK HALKININ VAR OLMA SAVAŞI
O yıllarda kasaba pazarına atla gelenler çoktu. Çıtak köyünden Mustafa Ağa’nın oğlu Osman, kula bir atla belediye meydanından geçtiğinde herkes atın arkasından bakakaldı. Kalabak’tan, Çoraklar’dan, Samurlu’dan, Güzelhisar’dan yukarı dağ köylerinden birçok insan gelmiş, kimisi omzunda heybesi, kimisi elinde filesi geziniyordu. Bahar aylarıydı. Fakat hava oldukça sıcaktı. Koca Laz’ın kahvesinin önünde dedemle bir masa başına yanaştık. Oturanlar aralandı. Dedeme yer açtılar.
—Gel Hafız Dayı! Şöyle buyur dediler. Başı tartamaklı (başa sarılan poşu) genç irisi birisi dedeme bir sandalye verdi. Ben de içeriden bir sandalye sürükledim. Dedemin yan tarafına oturdum. Orada bulunanlar merhabalaştı. Masanın karşı köşesinde koca göbekli adam dedeme hitaben;
—Biz buradan az önce geçen atı ve atlıyı konuşuyorduk. Babamın söylediklerini anımsıyorum. Hafız Dayı, eskiden sen de iyi ata binermişsin. Çok da atın varmış. Ne oldu o atlara, sattın mı, çalındı mı?
—Sen hangi köydendin?
—Hafız Dayı ben Çoraklar köyündenim. Gemiciler sülalesindenim. Sen Hasanlar’da imamken babam orada bir mevlitte bulunmuş. Senin güzel Kur’an okuduğun ve iyi at bindiğini söylerdi.
—İstiklâl Savaşı sırasında, Çiftlikte, Kocaçay kenarında, yukarı köylerde belimizde kama, heybemizde mavzer ile at sırtında gezerdik. Hafızlık ezberimizde idi.
—Hocam, sen eşkıya mıydın?
—Ne eşkıyası oğlum? Biz Nuri Efe’ye, Miralay Kazım’a haber taşırdık. Yunan’ı gördüğümüzde de kurşun sıkardık. Savaş kolay kazanılmadı.
—Ya atları demedin?
—Menemen’den bir gedikli, Bergama’dan kuvaylar geldi atların hepsini makbuz karşılığı aldılar. Harp bitince parasını vereceklerdi. Onu da vermediler. Ben de helal ettim.
—Hafız Dayı, bu kuvay dediklerin kim oluyor, efeler mi?
—Yok, be oğlum! Yunan geldi İzmir’e çıktı. Yirmi-otuz gün sonra buralara uzandı. Bergama’yı işgal etmişler. Bergama’nın efesi, askeri, köylüsü kim varsa düşmanı sürüp çıkardılar. Kaçanların bir kısmı bizim köyden geçti. Dolma tüfekleri havaya sıkarak onları kaçırdık. Fakat Menemen’de büyük katliam yapmışlar. 919 yılı Haziran ayının ortalarıydı. Kaymakamı da koltuğunda süngülemişler. İki gün sonra Karaköylü bir kişi oradan kaçıp buralara geldi. Köyüne gidiyordu. Bizim buradan geçerken dinlenip su içti. O anlattı. Daha sonra birileri bir gazete getirdi. Arif Oruç isimli bir gazeteci olayları sormuş, duyup dinlediklerini gazetesinde olduğu gibi yansıtmış. Ben köy kahvesinde arkadaşlara okuyuverdim. İşte o günlerden birkaç ay sonraydı. Dedim ya gelenler oldu. Balıkesir’de, Akhisar’da, Alaşehir’de teşkilat kurmuşlar. Yunanlıları tepelemek istiyorlardı.. İşte Bergamalılardan da Balıkesir kongresine katılanlar olmuş. Onlar da biz bu işte varız demişler. Atları da o teşkilata verdik. Yani yeni asker olanlar bu atlara binip dövüşecekti.(*)
O sırada muhabbeti ayakta dinleyen Manisa’da okuyan bir genç lafa karıştı.
—Atatürk Sakarya savaşı öncesi bir genelge yayınlayarak, her haneden bir askeri giydirecek, iç çamaşırı, bir çift yün çorap istemiş. Atatürk’ün bu emirleri 8 Ağustos 1921’de yayınlanmış. Arabası olanlardan araba, atı olanlardan at, benzini olanlardan benzin isteyen on emri millete bildirmiş. Bu emirlere “Tekâlifi Milliye” adı verilmiş. (**)
— Oğlum, Gazi Paşa olmasaydı, biz Yunanı kolay kovamazdık. Lakin biz atları Gazi Paşa’nın emrinden bir yıl önce kuvaya verdik.
—Anladım hocam siz hayvanlarınızı Kuvay-ı Milliye’ye vermişsiniz. Balıkesir Kongresinde ve diğer şehirlerde faydalı teşkilatlar kuruldu. Millet topyekûn ayağa kalktı.
—Bizim buralarda düşmanı kovmak için, onlara zarar vermeye, cephane arabalarını vurmaya çalışanlar olduğu gibi düşmanla birlik olanlar da vardı.
Helvacı köylü Musa da sohbette benim de tuzum bulunsun diyerek;
—Ninemden duymuştum. Dedemi Foça yolunda kavun karpuz arabasıyla yakalayan Yunan jandarması arabayı Foça’ya sürmesini istemişler. Dedem çaresiz uymuş. Oralarda başka işler de yaptırmışlar. Beş gün sonra zor bela eve dönebilmiş.
Sohbet daha sürecekti. Hafız Dayı bastonuna dayanarak ayağa kalktı. İşte o işler böyle oldu. Namaz vaktidir. Ben camiye gidiyorum deyip yürüdü.
Öğleden sonra köye dönüldü. Akşam saatlerinden sonra hafızın evine mahallenin yaşlı kadınları geldi. Ninem kadın arkadaşlarına ve dedeme çay verdi.
Ayşe Nine sordu.
—Hafız, pazarda ne var ne yok?
—Pazarda paran varsa istediğini alabilirsin. Ben iki okka portakal, bir de büyük lahana aldım. Yarın bizim evde sarma yaparsanız hep beraber yeriz.
Hepsi de,
—Gelip sarma yapacağız, dediler. Nineler örgü şişlerini çıkardılar. Kimisi çorap, kimisi kazak örüyordu. Hafız onların örgülerini seyrederken Aliağaçiftliği’ndeki konuşmalar aklına geldi.
—Sizin çalışmalarınız bana geçmişi hatırlattı. Yıllarca önce askerin istediği çamaşır ve çorapları böyle gayretle örüyordunuz. Bravo Türk anasına!
Ev sahibi kadın, ninelere ikram etmek için iki portakal soydu. Havva Kadın;
—O günleri unutmuyorum. Hep verdik, çorap da çarık da ev dokuması çamaşırları dikip askerimiz için Menemen’den ve Bergama’dan gelen kalpaklılara verdik.
Hafız takma dişleri ile meyveleri ezmeye çalışırken gençlik günlerine gitti. Samurlu deresinde Yunan cephane arabasına Pehlivan Efeyle kurşun yağdırdıkları günlere gitti.
(*) Hasan Ali Polat, Milli mücadelede Batı Anadolu Kongrelerinde alınan mali kararlar, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, s.247,
(**) Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, s.40,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.